19 Ocak 2010 Salı

ŞEHRİN CENNETİ

sana benziyor bu şehir
nedensizce bağlamış kendine beni
yağmurları seviyorum en çok bu kentte
inceden çiseleyen, hızlanan
ani bir coşkuyla bardaktan boşalan
her daim adımı ahmağa çıkaran yağmurları
ama onlar her şehrin ahmaklarına süzülürler...

bu şehre benziyor gözlerin
herhangi bir tenhalığın zifiri
yada yıldızlı gecelerin berrak siyahı gibi
sadece umutlarımın ışığıyla yol alabildiğim
o iki dipsiz kuyuda
neden olduğu belirsiz gece yürüyüşüdür
yalnızlığın sokak başları...

bu şehir tek başına şehir değil
sen, sen olamıyorsun bu şehir yoksa
saat kulesinin çanı her saat başı
sana selam için bekletiyorsa yelkovanı
senin olmadığın her zaman diliminde
kara deliklerde çanlar çalıyorsa
bu şehrin kalbi sensin...

gidersen bir şehir gider senle
karanlık gözlerin kalır umut ışığıyla kamaşan
aslında dönmemek içindir her yolculuk
zaman;
her günün tekrarında yaşamaksa seni
ardını dönüp gitmektir...

bu şehir korkutmaz beni
"damla denizde kaybolmaz
damla yoksa kaybolur deniz"
bu şehrin kalbine aşık bir damla gibi
kortejler eşliğinde süzülüyoruz mazgallara...
şehrimin cennetine.

Hiç yorum yok: