Bir hayal kentinde deviniyor kalp atışların
Yalın ayaklar ıslanıyor sokaklarında
Ay ışığı gözlerinden yansırken
Rüzgar tenin kokusu, tenin rüzgar
Gözlerinden düşen yaş Fırat’ın akıntısı
Hıçkırıkların Marmara depremi gibi sarsıyor
Sonra masum gözyaşından geçiyor güneş
Gözyaşın gökkuşağı, gökkuşağı sen…
SairtekkaS
29 Haziran 2008 Pazar
21 Haziran 2008 Cumartesi
GÖLGEMİ BANA GERİ VER SEVGİLİ
Hava yavaştan kararıyordu.
Birazdan güneş kaybolup gidecekti.
Ortada lambaların ışıltıları kalacaktı.
Sokağın bittiği yere doğru yürüdü.
Belki de bu ilkti.
Kim bilir?
İçinde belirsiz bir korku yerleşmişti.
O kadar heyecanlıydı ki!
Bacakları dizleri hizasında raks ediyor gibiydi.
Ansızın karartıların arasından gölgeler büyüyordu.
Ellerinde mumlar tutan gölgeler belirsiz sesler çıkararak göğün karanlığında kayboluyordu. Sonra biri ve bir diğeri.
Evlerin duvarlarında çarpılıp dönen gölgelerin çığlıkları kulağını sağır edercesine yankılanıyordu.
Neydi ki bu böyle?
Küçüklüğünde söylenen hikayelerdeki korkulardandı.
Belki de daha korkunçtu.
Şimdi sus pus olmuş öylece gölgelerin çığlıkları arasında düşünmekle susmanın çizdiği kalın hatların ortasında korkularıyla bir başına kalmıştı.
Bu yalnızlık tekin değil diye geçirdi içinden.
En azından biri olmalıydı şimdi ellerinden tutabileceği.
Ama kim?
Yıllardır süren bir çıldırma nöbetinin tam ortasında nerden çıktı bu yalnızlık der gibi bakıyordu gölgelere.
Gölgelerden biri ayyaşlar gibi bir sağa bir sola kıvrılarak büyüyüp küçülüyordu.
Sonra durup önce zifiri siyaha kesiyor sonra hafif karartılı haline dönüyordu.
Yılların çilesini isyanına taşıyan birini andırıyordu.
Büyüdükçe içindeki çocuk küçülüyor, küçüldükçe büyüyordu.
Kahkahası bir tuhaftı bu gölgenin.
İçki kokusunu andırır bir kahkahaydı.
Loşluklarda, kuytularda saklanmış mayhoş bir kokuydu.
Şarabı andırıyor sandı.
Hiç şarap içmişliği yoktu oysaki.
Gölge yaklaştı.
Ayak uçlarına değdi.
Yürüdü üzerinden.
Gözlerinden saçlarına ve saçlarından karanlığa.
Arkasında bir iz bırakmadan kayboldu.
Hızlı çarpıyordu yüreği.
Astım hastalarının hırıltıları sarmıştı boğazını.
Koskoca gelen dünya bir anda bu sokak arasına sıkışıp kalmıştı.
Bir an bağırayım diye düşündü.
Etrafta ne sesini işitecek birileri vardı.
Ne de boğazındaki hırıltılardan dolayı seslenebilecek gücü.
Hafiften rüzgarla savrulan yaprak edasıyla yığılıverdi dizlerinin üzerine.
Gözleri gecenin karanlığında göğün belirsiz bir noktasına çevrilmişti.
Gözleri karanlığı yutarcasına kararıyordu.
Tenini yalayan rüzgar terlemiş bedenini buza kesiyordu.
Elleriyle geceden yıldız koparmak istercesine hareketler yapmaya başlamıştı.
Karanlıktan başka tutulacak bir şeyler olmadığını görünce duraksadı.
Korkuyla kocaman açılmış gözlerini yavaştan yummaya başladı.
Gölgeler azalıyordu bir bir.
Ve göz kapaklarını olabildiğince sıkmaya başladı.
Sokağı saran gölgeler göz kapaklarının tersinden doluşuyordu.
Orası da çok karanlıktı.
Her şey o kadar büyüyordu ki kendide şaştı.
Bütün vücudunu bir titremedir sarıvermişti bir anda.
Bir nokta da durdu.
Elleri, gözleri, bedeni...
Gölgesi kalktı dizlerinin üstüne.
Şimdi ayaktaydı.
Tepeden bakıyordu kendisine.
Bir aşağıda kalıyor bir tepeden bakar buluyordu.
Sonra nedendir bilmeden sokağın başına doğru yürümeye başladı.
Elleri karanlıktı.
Gözleri karanlıktı.
Ama duymuyordu rüzgarı.
Bir çok gölgenin arasına karışmıştı artık.
Ardına döndü.
Ve uzunca bir süre bakındı durdu.
Dönmelimiydi.
Dönmedi.
Ardı sıra dönüp sokağın bittiği yöne doğru sürüdü ayaklarını.
Sokağın başındaki ışıkta yok olup gitti.
Geride dizleri üzerinde büyümüş iki göz bırakarak.
Kendisini gölgesinde yitirmiş biri olarak kalktı.
Gölgeler yoktu artık.
Hala korkuyordu ama.
Bir adım atacak oldu.
Kaldıramadı ayaklarını.
Tekrar zorladı.
Yine olmadı.
Çakılıp kalmıştı.
Hiç oynamıyordu yerinden.
Gözleriyle süzdü her bir yanını.
Derin bir nefes çekti ciğerlerine.
Hırıltısı kesilmişti ciğerlerinin.
Vücudunda ki donukluk çözülmeye başlamıştı.
Önce bir adım.
Sonra bir adım daha.
Koşmaya başladı.
Işıkların olduğu yere gelince durdu.
Ardına bakındı sonra kolundaki saatine.
Durmuştu saati.
Gitmeliydi.
Sudan çıkmış balıktan berbat bir halde sokağı eskitmeye başlamıştı adımları.
Geldiğinde çok geçti.
Yoktu orada.
Sustu gözleri.
Sustu elleri.
Sustu ayakları.
Sus pus oldu yüreği.
Bitmişti her şey bir anda.
O gelmişti.
Gidemedim dercesine susuyordu.
Kolları hareketsiz yanlarına çakıldı.
Ağır adımlarla karanlığın içinde kaybolup gitti.
Gece acımtırak bir rüzgar melodisiyle sabaha gebe öylece kala kalmıştı.
Bir sevgilinin sıcak ellerini çalmıştı gölgeler.
Kendi gölgesi yoktu artık...
SairtekkaS
Birazdan güneş kaybolup gidecekti.
Ortada lambaların ışıltıları kalacaktı.
Sokağın bittiği yere doğru yürüdü.
Belki de bu ilkti.
Kim bilir?
İçinde belirsiz bir korku yerleşmişti.
O kadar heyecanlıydı ki!
Bacakları dizleri hizasında raks ediyor gibiydi.
Ansızın karartıların arasından gölgeler büyüyordu.
Ellerinde mumlar tutan gölgeler belirsiz sesler çıkararak göğün karanlığında kayboluyordu. Sonra biri ve bir diğeri.
Evlerin duvarlarında çarpılıp dönen gölgelerin çığlıkları kulağını sağır edercesine yankılanıyordu.
Neydi ki bu böyle?
Küçüklüğünde söylenen hikayelerdeki korkulardandı.
Belki de daha korkunçtu.
Şimdi sus pus olmuş öylece gölgelerin çığlıkları arasında düşünmekle susmanın çizdiği kalın hatların ortasında korkularıyla bir başına kalmıştı.
Bu yalnızlık tekin değil diye geçirdi içinden.
En azından biri olmalıydı şimdi ellerinden tutabileceği.
Ama kim?
Yıllardır süren bir çıldırma nöbetinin tam ortasında nerden çıktı bu yalnızlık der gibi bakıyordu gölgelere.
Gölgelerden biri ayyaşlar gibi bir sağa bir sola kıvrılarak büyüyüp küçülüyordu.
Sonra durup önce zifiri siyaha kesiyor sonra hafif karartılı haline dönüyordu.
Yılların çilesini isyanına taşıyan birini andırıyordu.
Büyüdükçe içindeki çocuk küçülüyor, küçüldükçe büyüyordu.
Kahkahası bir tuhaftı bu gölgenin.
İçki kokusunu andırır bir kahkahaydı.
Loşluklarda, kuytularda saklanmış mayhoş bir kokuydu.
Şarabı andırıyor sandı.
Hiç şarap içmişliği yoktu oysaki.
Gölge yaklaştı.
Ayak uçlarına değdi.
Yürüdü üzerinden.
Gözlerinden saçlarına ve saçlarından karanlığa.
Arkasında bir iz bırakmadan kayboldu.
Hızlı çarpıyordu yüreği.
Astım hastalarının hırıltıları sarmıştı boğazını.
Koskoca gelen dünya bir anda bu sokak arasına sıkışıp kalmıştı.
Bir an bağırayım diye düşündü.
Etrafta ne sesini işitecek birileri vardı.
Ne de boğazındaki hırıltılardan dolayı seslenebilecek gücü.
Hafiften rüzgarla savrulan yaprak edasıyla yığılıverdi dizlerinin üzerine.
Gözleri gecenin karanlığında göğün belirsiz bir noktasına çevrilmişti.
Gözleri karanlığı yutarcasına kararıyordu.
Tenini yalayan rüzgar terlemiş bedenini buza kesiyordu.
Elleriyle geceden yıldız koparmak istercesine hareketler yapmaya başlamıştı.
Karanlıktan başka tutulacak bir şeyler olmadığını görünce duraksadı.
Korkuyla kocaman açılmış gözlerini yavaştan yummaya başladı.
Gölgeler azalıyordu bir bir.
Ve göz kapaklarını olabildiğince sıkmaya başladı.
Sokağı saran gölgeler göz kapaklarının tersinden doluşuyordu.
Orası da çok karanlıktı.
Her şey o kadar büyüyordu ki kendide şaştı.
Bütün vücudunu bir titremedir sarıvermişti bir anda.
Bir nokta da durdu.
Elleri, gözleri, bedeni...
Gölgesi kalktı dizlerinin üstüne.
Şimdi ayaktaydı.
Tepeden bakıyordu kendisine.
Bir aşağıda kalıyor bir tepeden bakar buluyordu.
Sonra nedendir bilmeden sokağın başına doğru yürümeye başladı.
Elleri karanlıktı.
Gözleri karanlıktı.
Ama duymuyordu rüzgarı.
Bir çok gölgenin arasına karışmıştı artık.
Ardına döndü.
Ve uzunca bir süre bakındı durdu.
Dönmelimiydi.
Dönmedi.
Ardı sıra dönüp sokağın bittiği yöne doğru sürüdü ayaklarını.
Sokağın başındaki ışıkta yok olup gitti.
Geride dizleri üzerinde büyümüş iki göz bırakarak.
Kendisini gölgesinde yitirmiş biri olarak kalktı.
Gölgeler yoktu artık.
Hala korkuyordu ama.
Bir adım atacak oldu.
Kaldıramadı ayaklarını.
Tekrar zorladı.
Yine olmadı.
Çakılıp kalmıştı.
Hiç oynamıyordu yerinden.
Gözleriyle süzdü her bir yanını.
Derin bir nefes çekti ciğerlerine.
Hırıltısı kesilmişti ciğerlerinin.
Vücudunda ki donukluk çözülmeye başlamıştı.
Önce bir adım.
Sonra bir adım daha.
Koşmaya başladı.
Işıkların olduğu yere gelince durdu.
Ardına bakındı sonra kolundaki saatine.
Durmuştu saati.
Gitmeliydi.
Sudan çıkmış balıktan berbat bir halde sokağı eskitmeye başlamıştı adımları.
Geldiğinde çok geçti.
Yoktu orada.
Sustu gözleri.
Sustu elleri.
Sustu ayakları.
Sus pus oldu yüreği.
Bitmişti her şey bir anda.
O gelmişti.
Gidemedim dercesine susuyordu.
Kolları hareketsiz yanlarına çakıldı.
Ağır adımlarla karanlığın içinde kaybolup gitti.
Gece acımtırak bir rüzgar melodisiyle sabaha gebe öylece kala kalmıştı.
Bir sevgilinin sıcak ellerini çalmıştı gölgeler.
Kendi gölgesi yoktu artık...
SairtekkaS
HAYDİ HAYAT
Haydi hayat diyebilmeli insan
Sıra sende şimdi
Sıyrılmalı uykusundan hüznün
Ayık olmalı şimdi…
Yüzünde barındırmalı aydınlığı
Gözler gülmeli dudaklarla
Çarpmalı kalbin sevinç dolu
Umut dolmalı odacıklarına
Sebep aramamalı
Sebepsizken sevmeli
El verebilmeli
El ele yürümek için…
Dağları aşmak yorar
Kendini aşmaktadır zorluk
Bir dağ gibi olursa için
Aşarsın tüm yorgunluğunu…
Haydi hayat
Şimdi tam sırası
Bana kenetlenecek eller sundun
Sana sunuyorum ellerimi
Sana adanmış bir kalbi…
SairtekkaS
Sıra sende şimdi
Sıyrılmalı uykusundan hüznün
Ayık olmalı şimdi…
Yüzünde barındırmalı aydınlığı
Gözler gülmeli dudaklarla
Çarpmalı kalbin sevinç dolu
Umut dolmalı odacıklarına
Sebep aramamalı
Sebepsizken sevmeli
El verebilmeli
El ele yürümek için…
Dağları aşmak yorar
Kendini aşmaktadır zorluk
Bir dağ gibi olursa için
Aşarsın tüm yorgunluğunu…
Haydi hayat
Şimdi tam sırası
Bana kenetlenecek eller sundun
Sana sunuyorum ellerimi
Sana adanmış bir kalbi…
SairtekkaS
20 Haziran 2008 Cuma
DOKUNSAN
güneşe yürür
gözü yaşlı
ellerinde keder
saçlarında esmer bir sabah
kızıla çalar bulutun beyazı
hem güler
hem ağlar
güneş uzakta
dokunsan yanacak kadar...
dokunsan yağacak kadar
doğurgandır gökyüzü
keder ve hasret
sonrası özlem
bitmez tükenmez...
dokunsan kanayacak kadar
hırçın ve arzulu
ve bir o kadar da sevdalı.
ama sessiz
ama yoksun
ama kimsesiz.
dokunsan açacak kadar
çiçek kokulu
bahar yüzlü
ipek tenli
hep uzak
hep sonsuz
ve hep imkansız...
sairtekkas
gözü yaşlı
ellerinde keder
saçlarında esmer bir sabah
kızıla çalar bulutun beyazı
hem güler
hem ağlar
güneş uzakta
dokunsan yanacak kadar...
dokunsan yağacak kadar
doğurgandır gökyüzü
keder ve hasret
sonrası özlem
bitmez tükenmez...
dokunsan kanayacak kadar
hırçın ve arzulu
ve bir o kadar da sevdalı.
ama sessiz
ama yoksun
ama kimsesiz.
dokunsan açacak kadar
çiçek kokulu
bahar yüzlü
ipek tenli
hep uzak
hep sonsuz
ve hep imkansız...
sairtekkas
14 Haziran 2008 Cumartesi
TEKİL HÜZÜN
Sokak lambalarını kıran çocuklar kadar
Seviyorum bende yıldız dolu karanlığı
Kendi içinde yön değiştiren akıntılarla
Süzülüyorum bir çocuk şenliğinin hoşluğuna.
Eskileri düşünüyorum
Eskitenleri...
Gülüyorum.
Aksi suratlı ihtiyarlarda görüyorum
Masum bir bebeğin tatlı gülüşünü
Karanlık gecelerde yıldızlardan
Anımsıyorum güneşin tekil hüznünü...
Yalnızlığı düşünüyorum
Yalnız bırakanları...
Üşüyorum.
SairtekkaS
Seviyorum bende yıldız dolu karanlığı
Kendi içinde yön değiştiren akıntılarla
Süzülüyorum bir çocuk şenliğinin hoşluğuna.
Eskileri düşünüyorum
Eskitenleri...
Gülüyorum.
Aksi suratlı ihtiyarlarda görüyorum
Masum bir bebeğin tatlı gülüşünü
Karanlık gecelerde yıldızlardan
Anımsıyorum güneşin tekil hüznünü...
Yalnızlığı düşünüyorum
Yalnız bırakanları...
Üşüyorum.
SairtekkaS
2 Haziran 2008 Pazartesi
BAŞAK TENLİ GÜNEŞ
Başak tenli bir bebek gibi doğuyor,
İki tepenin ayrıştığı noktadan güneş.
Elleri nasır yumağı bir ana geçiyor,
Toprak, yumru yumru dağılıyor ayak uçlarında.
Binbir rengin giydirildiği taze gelin,
Süpürür rüzgarı etekliğinde bir dağ.
Yollara düşer hüzün;
Çıplak fahişelerin göğsünden damlar gibi
Boşalır bulutların gözyaşları.
Ve kuşanır taze gelin,
Fahişelerin göğsünden bebeğin gülüşünü.
Saçları sarı gözleri ela,
Bir bahar,
Sürter hayatının tenhalıklarında.
Kuşatılmış bir özgürlüktü bizimkisi.
Her an susturulmuş,
Öfkesi dahi kusulmamış.
Yıllar iki ağacın arasında gerilmiş,
Bir ipte kurutmakta öfkemizi.
Kuruyan yaprakların dökülmesine inat;
Islaktır yamacında
Gelincikler dağların…
Şimdi söylenmemiş sözler gizlidir ezgilerde.
Ve can almaz hiçbir sözcük,
Yalnız derin bir yaradır unutulmak istenen.
Ölümle kardeşcesine,
Heran ve hiçin arasında sıkışan,
Kahpe bir gülüştür uçurumlarımda yankılanan…
Dağları sevdimi insan,
Dağ gibi sever olmaz.
Seveceksin karıncayı görmeden,
İncitilmiş düşlerin kuytuluklarında boğulmadan,
Aniden ürpererek…
Serpileceksin sabahın seherinde ansızın;
Çiğ düşeceksin otlara,
Pişmek için güneşin tebessümüyle.
Sevmek varolmaktır.
Yokoldum diye düşünmez damla,
Bir bulut besliyorsa denizleri,
Ve sen bir fahişe gibi
Tüketiyorsan içindeki damlaları...
Bilki!
Kızgın bir volkanın başına kondurulmuş
Soğuk bir taçsın yalnızca…
SairtekkaS
İki tepenin ayrıştığı noktadan güneş.
Elleri nasır yumağı bir ana geçiyor,
Toprak, yumru yumru dağılıyor ayak uçlarında.
Binbir rengin giydirildiği taze gelin,
Süpürür rüzgarı etekliğinde bir dağ.
Yollara düşer hüzün;
Çıplak fahişelerin göğsünden damlar gibi
Boşalır bulutların gözyaşları.
Ve kuşanır taze gelin,
Fahişelerin göğsünden bebeğin gülüşünü.
Saçları sarı gözleri ela,
Bir bahar,
Sürter hayatının tenhalıklarında.
Kuşatılmış bir özgürlüktü bizimkisi.
Her an susturulmuş,
Öfkesi dahi kusulmamış.
Yıllar iki ağacın arasında gerilmiş,
Bir ipte kurutmakta öfkemizi.
Kuruyan yaprakların dökülmesine inat;
Islaktır yamacında
Gelincikler dağların…
Şimdi söylenmemiş sözler gizlidir ezgilerde.
Ve can almaz hiçbir sözcük,
Yalnız derin bir yaradır unutulmak istenen.
Ölümle kardeşcesine,
Heran ve hiçin arasında sıkışan,
Kahpe bir gülüştür uçurumlarımda yankılanan…
Dağları sevdimi insan,
Dağ gibi sever olmaz.
Seveceksin karıncayı görmeden,
İncitilmiş düşlerin kuytuluklarında boğulmadan,
Aniden ürpererek…
Serpileceksin sabahın seherinde ansızın;
Çiğ düşeceksin otlara,
Pişmek için güneşin tebessümüyle.
Sevmek varolmaktır.
Yokoldum diye düşünmez damla,
Bir bulut besliyorsa denizleri,
Ve sen bir fahişe gibi
Tüketiyorsan içindeki damlaları...
Bilki!
Kızgın bir volkanın başına kondurulmuş
Soğuk bir taçsın yalnızca…
SairtekkaS
BİR ÇOCUĞUMUZ OLDU
Bir çocuğumuz oldu yalnızlığımızdan
Gözleri aynı sen
Saçları kömür karası.
Bir çocuğumuz oldu hasretliğimizden
Elleri küçük mü küçük
Bir bilsen dünyalar tatlısı.
Bir çocuğumuz oldu umutsuzluğumuzdan
Bakarken gülüyor gözlerime
Gülüşünle yamanmış dudaklı.
Bir çocuğumuz oldu korkaklığımızdan
Belli ki bir şeyler arıyor
Doğuşundan beri ağlamaklı.
Bir çocuğumuz oldu kaçışlarımızdan
Bembeyaz ayakları var
Bakışlarında akşam güneşi kızılı.
Bir çocuğumuz oldu yokluğumuzdan
Zayıfça bir kız
Dünyanın en güzel kızı.
Bir çocuğumuz oldu ansızın
Anası olmayan babasız
Yine de arar durur avuçlarını....
SairtekkaS
Gözleri aynı sen
Saçları kömür karası.
Bir çocuğumuz oldu hasretliğimizden
Elleri küçük mü küçük
Bir bilsen dünyalar tatlısı.
Bir çocuğumuz oldu umutsuzluğumuzdan
Bakarken gülüyor gözlerime
Gülüşünle yamanmış dudaklı.
Bir çocuğumuz oldu korkaklığımızdan
Belli ki bir şeyler arıyor
Doğuşundan beri ağlamaklı.
Bir çocuğumuz oldu kaçışlarımızdan
Bembeyaz ayakları var
Bakışlarında akşam güneşi kızılı.
Bir çocuğumuz oldu yokluğumuzdan
Zayıfça bir kız
Dünyanın en güzel kızı.
Bir çocuğumuz oldu ansızın
Anası olmayan babasız
Yine de arar durur avuçlarını....
SairtekkaS
BAŞAK
Yağmurda ıslanan
başaklar gibi
ay ışığı bakışlım.
Yağmurlarla büyürmüsün
karanlığa saplanmış
düşlerimde...
SairtekkaS
başaklar gibi
ay ışığı bakışlım.
Yağmurlarla büyürmüsün
karanlığa saplanmış
düşlerimde...
SairtekkaS
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)